17 Eylül 2017 Pazar

“Run Forrest Run”



Forrest Gump Soundtrack

Bir gün otobüs durağında birinin yanına otursanız ve size kulağınıza inanılmaz ya da uydurma gelecek hikâyesini anlatsa ne yapardınız?

"Hayat bir çikolata kutusuna benzer Forrest, asla ne tadacağını bilemezsin”



Yine efendim izleyip de unuttuğum filmler listesine birini daha ekledik. Birkaç kere daha izleme teşebbüsünde bulunup yine yarım bırakmıştım. Yeni aldığım karar vesilesiyle izleyemediğim ya da izlemekten yüz çevirdiğim filmleri tekrar izleme şansı elde ediyorum. Bu arada yazıya başlamadan önce yukarıda verdiğim linkten filmin müziğini açtınız değil mi? Zira böylesi daha keyifli. Nedense bu iş hoşuma gitti, yani filmin müziği eşliğinde filmin eleştiri yazısını okumak.
Velhasıl kelam filmimize dönelim. Film kısaca, zekâ seviyesi 75 olan Forrest Gump’ın ilginç, yüreklendirici ve duygusal hikâyesini anlatıyor. Bu mantıkla izlenirse size sıkıcı gelebilir. Ama filmin “annem hep… derdi” cümleleriyle felsefesinin, size mesajlarının farkına varırsanız harikulade bir iki buçuk saat geçirmiş olursunuz. Bu arada tekrar edeyim sizler de yorumlarınızı eksik etmeyin, hiç geri dönüş almıyorum, darılıyorum ama.
Unutmadan filmi izlerken döneme de şahitlik ediyorsunuz; ırkçılık, Kennedy dönemi, Vietnam Savaşı, Çiçek Çocuklar ve daha nice dönem olayı size canlandırılıyor. Filmle ilgili söylemek istediğim çok şey var aslında ama bunları sizler filmi izledikten sonra konuşmak, tartışmak daha zevkli ve güzel olur diye düşünüyorum.

Oyunculuklara da biraz değinmek istiyorum. Bu arada film komedi öğeleri barındırıyor gibi görünüyor ama aslında dram filmi. Ama izlerken hayatın önümüze sunduğu çikolata kutularını umduğumuzu değil bulduğumuzu yeme temennisinde bulunmamız gerektiğini anlıyorsunuz. Bir de yetişkin bir çocuğun masum kalan dünyasını. Galiba bunu yansıtmada çocuksu mizacıyla Tom Hanks’in payı büyük. Zira çok güzel bir oyunculuk çıkarmış ortaya. Tabii burada Gary Sinise’nin de oyunculuğunu yabana atmamak gerek, diye düşünüyorum.
Son olarak film yazımızı hayatını koşmaya borçlu olan Forrest’ın annesinin cümleleriyle bitirelim, “Hayata devam edebilmen için geçmişi arkanda bırakman gerek.” İyi seyirler, düşüncelerinizi yazmayı unutmayın.
Evvelâ Edebiyyat



15 Eylül 2017 Cuma

“Yaşamın bir saati bile yaşanılmış hayattır”



Schindler's List Soundrack

Öncelikle bu linki açın ve müziğin ruhuna kendinizi biraz kaptırın. Biraz geçtikten sonra yazıyı açın ve tavsiyemdir yazıyı bu müziğin fonunda okuyun.
Başlıktaki cümle benim için bu filmin ana fikrini açıklar nitelikte. Hani, bazen derler ya bir aylık ömrünüz kalsaydı yine “sorun” diye nitelendirdiğiniz şeyleri “sorun” olarak görür müydünüz, diye. İşte ben de size soruyorum, bir saat de olsa fazladan yaşamak için nelerden vazgeçerdiniz? Ben bu filmi izleyene kadar hiç böyle bir şey düşünmemiştim. Ve kendime sordum, bir saat fazladan yaşamak için nelerden vazgeçer ya da artık neleri önemsemezdin, diye. Liste uzun… Schindler’in de listesi de uzun… Hem yaşattığı ağır duyguların yoğunluğu hem de süre olarak. Ama inanın o üç saat nasıl geçiyor farkına bile varmıyorsunuz.
Daha önceki yazımda da dediğim gibi filmlerin konularına kendiniz de ulaşabilirsiniz, malum teknoloji çağındayız. Ama bana hissettirdiği, size hissettirdiği duygular farklılık gösterecektir. O yüzdendir belki de her filmin sonunda size de duygularınızı sormam. Siz gerçekten neler hissettiniz, neler duyumsadınız?


Filmin beni en etkileyen sahneleri başlıktaki cümle ve o renksiz dünyaya renk katan kırmızı paltolu kız. Bu arada film 90’lı yıllarda çekilmiş olmasına rağmen Steven Spielberg’ün tercihiyle siyah beyaz olarak kayıtlara geçmiş. Belki de dönemin ruhunu yansıtmada yerinde bir tercih olmuş. Savaşın o kasvetli boğuk havasını ciğerlerinizde hissetmenize neden oluyor. Bir de şu an size fonda çalması için tavsiye ettiğim filmin müziği (Por una Cabeza). Film müzikleri Amerikalı besteci John Williams’a ait.
Bu arada oyunculara gelirsek, Ghandi’den sonra Ben Kingsley’in beni etkileyen ikinci rolüydü. Gerçekten gözleriyle bile size aktaracağı bir düşüncesi olan oyuncu. Liam Neeson ve Ralph Fiennes’in oyunculukları da yadsınacak gibi değildi.
Filmi bu zamana kadar izlemediğim için pişman mıyım, değilim. Ben galiba filmlerin ya da kitapların izleyicisini ve okuyucusunu seçtiğine inananlardanım. Zamanı geldiğinde o film, o kitap sizi çağırır. Belki de bu kez filmin çağırdığı kişi sizlersiniz.
Filmden çıkaracağınız büyük dersler var. Bir de unutmayın, yaşam, yaşamak, var olmak çok kıymetli ve kıymetini bilin. Pişman olmayacağınız bir ömür dilerim.

Evvelâ Edebiyyat

14 Eylül 2017 Perşembe

Million Dollars Baby




Evet, uzun bir aradan sonra yeniden yazmaya başlamak enteresan. Aslında Instagram sayfamda paylaşıyordum ama karakter sayısı kısıtlı olduğu için yeniden bloğa dönme kararı verdim. Neyse…
Son zamanlarda gereksiz zaman fazlalığından şikâyetçiydim. Ben de ne yapsam da başlayacak yeni dönemi değerlendirsem diye düşünürken “Imdb Top 250” listesine denk geldim. Geçmişten günümüze yüksek puan almış filmler (özellikle 8.0 üzeri) listelenmiş. Genellikle birçok filmi izlemiş ve aşina olmuş olsam da sonunu, konusunu ya da felsefesini anımsayamadığım filmleri yeniden izlemeye; izleyemediklerime de bir şans verme kararı aldım.
Oturdum, müthiş sabır sahibi ben, el yazısıyla bu filmleri listeledim. Akabinde (bu kelimeyi söylerken nedense Avrupa Yakası dizisindeki Makbule aklıma gelir) izlediğim filmleri benim meşhur fosforlu kalemimle üstünü çizdim. Önümde izlemediğim ve izleyip de hatırlamadığım bir film yığını oluştu. İnşallah, konudan bağımsız olmak üzere filmleri, animasyonları, bilimkurguları izlemeye çalışacağım. Hatta şöyle bir düşüncem var, her güne bir top film eklemeyi düşünüyorum. Gün olur hızımı alamazsam o ayrı. Umarım bu yeni karar benim kaybolan motivasyonumu geri getirmede yardımcı olur.
Neyse, uzun bir giriş oldu ama galiba gerekliydi. Filme gelirsek, bu film yıllar önce (yaklaşık 13 yıl önce) daha çocukken izlediğim bir filmdi. Haliyle aklımda bölük pörçük yer etmişti. Ben de listenin başlarında yer almamasına ve kendime bu listeyi dayatıp da bizatihi kendimi hayattan soğutmamak için canımın istediği filmden başlamak istedim.
Filmin konusuna istediğiniz yerden elbette ki ulaşabilirsiniz. Kısaca özetlemek gerekirse, bu hayatta kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış, bokstan başka bir zevki olmayan bir kızın ve iki tane kaybetmiş adamın hayatını konu ediniyor film. Dedim ya filmin konusunu ne kadar basite indirgediğinizle alakalı bir şey bu. Ama benim bu filmle ilgili size ne vereceğime gelirsek, filmin anlatıcısı (ki kendileri benim en sevdiğim oyuncudur) Morgan Freeman’ın jestlerini, mimiklerini, anlatımını iyi dinleyin ve gözlemleyin. Harikulade bir yetenek kendileri. Ne yalan söyleyeyim onun sahnelerinde ayrı bir zevk duyuyor, farklı bir doyuma ulaşıyorum. Galiba bunda oynadığı her rolün üstesinden gelişinin ve başarıyla kotarmasının etkisi var. Clint Eastwood gibi yılların oyuncusunu eleştirmek bana düşmez ama oyunculuğundan çok yönetmen işini beğendim zira filmin yönetmen koltuğunda Eastwood oturuyor. Hillary Swank’e gelirsek, bu film için sağlam bir kondisyon yapmış. Karşınızda gerçekten bir boksör varmış gibi hissediyorsunuz. Velhasıl film güzel, izleyenler varsa ve zahmet edip buraya kadar okuyanlar varsa yorumlarını yazsınlar. İzlemeyenler ve tekrardan izlemek isteyenler de zaman ayırıp bu zevki tatsınlar. Şimdiden iyi seyirler, yeni günde bol güneşler.
Not: Imdb Top 250 listesine bu linkten ulaşabilirsiniz; http://www.imdb.com/chart/top

Evvela Edebiyat 

“Senin Sustuklarını da Ben İyi Dinlerim”

Peki, sizin de sustuklarınız, duyuramadıklarınız, dinletemedikleriniz var mı? Şimdi diyorsunuz bu kız yine hangi duygusal hikâyenin ...