21 Mayıs 2017 Pazar

Ah Muhsin Bey!


Film bittiğinde dilimdeki cümle buydu. Şener Şen üstesinden geldiği her rol gibi bunun da üstesinden layıkıyla gelmiş.
Yıllar yıllar önce izlemiştim “Muhsin Bey” filmini. Çocuk aklımda kalanlar kırıntı halindeydi. Yine de çok sevmiş, zaman zaman karşımdaki insanlara önerdiğim filmlerden biri olmuştu. Geçenlerde eşimle Şener Şen hakkında belgesel izlerken konu “Muhsin Bey”den açıldı ve izlemediysen beraber izleriz bir gün diye konu geçmişti aramızda. Hem bu şekilde kafamdaki kırıntıları birleştirme şansım olacaktı. Üzerinden yaklaşık 1-1,5 ay geçti konunun. Geç yapılacak Pazar kahvaltısına neden Muhsin Bey’i davet etmeyelim diye düşündüm ve harika bir dolu dolu 120 dakika geçirdik. Şener Şen’in yine her filmde olduğu gibi trajikomiğin en güzel halini sundu bize yıllar sonra. Eğer hala bitmemiş Pazar gününü biraz daha değerlendireyim diyorsanız harikulade bir seçim olacak Muhsin Bey. Filmin konusuna gelirsek;
Ali Nazik türkücü olmak için Urfa’dan amcasının askerlik arkadaşı, organizatör Muhsin Bey’in yanına, İstanbul’a gelir. Oysa Muhsin Bey Ali Nazik’in aksine taş plaklardaki Safiye Ayla’ya, Müzeyyen Senar’a, kısacası Türk Sanat Musikisi hayranıdır. İkilinin film boyunca süren çatışmaları, dostlukları beklenmedik olaylara yol açar. Muhsin Bey, yardım ettiği Urfalı uğruna dolandırıcılık suçuyla hapse girerken Ali Nazik ünlü bir türkücü olmuş, içten içe sevdiği kapı komşusu Sevda’yı elinden almıştır.


Filmin senaryo ve yönetmen koltuğunda daha sonraları Eşkıya gibi bir başyapıtta yeniden Şener Şen’le çalışacak Yavuz Turgul vardır. Müzikleri Atilla Özdemiroğlu’na ait filmin kadrosunda; Şener Şen, Uğur Yücel, Sermin Hürmeriç, Osman Cavcı, Erdoğan Sıcak, Doğu Erkan, Erdinç Üstün, Tayfun Çorağan, Kutay Köktürk, Sönmez Yıkılmaz, Kemal İnci, Birol Işın, Oktay Güzeloğlu yer almaktadır.

Türk sinemasının bende her zaman ayrı bir yeri olmuştur. Dününe, geçmişine bu güne dair… Şimdiden iyi seyirler!!!

19 Mayıs 2017 Cuma

Açılışa açılış!

Uzun zamandır yazmamanın da verdiği rehavetle bu satırları nasıl yazıyorum ben de bilmiyorum. 
Eğer sürçülisan edersek affola!
Evet, gerçekten de uzun zaman oldu yazmayalı, aslında şunu fark ettim Radikal kapandığından beri, onunla beraber Radikal Blog’un da kapanmasından dolayı o kadar hevesle yazmadığımı daha doğrusu yazamadığımı fark ettim. Efsus ki, yazarlık ilhamı bekleyerek geçen bir zaman dilimi değil. Disiplinli bir şekilde o masanın başına oturacak ve yazılarını kaleme alacaksın.
Ne diyordum, Radikal Blog varken sanki bir çalışan gibi, hatta maaşlı bir çalışan gibi haftada bazen dört yazı çıkardığımı biliyorum. Bu arada öyle eften püften yazılar da ortaya çıkarmamaya çalışıyorduk. Zira tüm yazılar editör kontrolünden geçiyordu. Özledim ne yalan söyleyeyim o günleri. Velhasıl yazmak için, birçok şeye rağmen direniyoruz.
Yazmak para kazandırıyor mu? Bilmiyorum. Ben daha yazmaktan para kazanamadım. Ama yazınla alakalı birçok işte çalıştım mı çalıştım. Muhabirlik, editörlük, tercümanlık, ses çözümleme, proje yazarlığı daha neler neler yaptım. Ama bu işte birçok engelle karşılaşıyorsunuz. Öncelikli alaylı olmanız, arkanızı kollayan birilerinin olmaması, kendinizi idare edebilecek kadar para kazanamamak ve daha neler neler…
Farkındayım konudan konuya atlıyorum ama bunlar uzun süredir içimde tuttuklarım. Zaman zaman kafam vücudumdan ayrıymış gibi hissediyor ve karşıma alıp başka birinin uzvuymuş gibi konuştuğum da olmuyor değil.
Vallahi sözüne güvendiğim bazı büyüklerimin yüreklendirme çabaları olmasa çoktan kalemi kırmıştım da, bilemiyorum işte direniyoruz.

Bu da sayfamızın açılış yazısı olsun. Velhasıl görüş ışığınızı söndürmeyin arkadaşlar!!!

“Senin Sustuklarını da Ben İyi Dinlerim”

Peki, sizin de sustuklarınız, duyuramadıklarınız, dinletemedikleriniz var mı? Şimdi diyorsunuz bu kız yine hangi duygusal hikâyenin ...